top of page

GÖZ AÇIP KAPAYINCAYA KADAR

Ortalama bir insan günde yaklaşık ondört bin kez göz kırpar. Ve bir göz kırpma üç yüz veya dört yüz milisaniye sürer. Yani bir saniyenin yaklaşık üçte biri kadar. Çok kısa değil mi? Çoğunuz bu sürenin farkına bile varmıyor. Aslında sekiz yıl öncesine kadar bende varmıyordum. Herkes gibi gözlerimi hızla açıp kapıyor ve hayatıma devam ediyordum. Bir gün gözlerimi kapadım ve… neyse baştan anlatayım. 

 

2012 yazıydı. Hangi ay olduğunu hatırlamıyorum ama aşırı sıcak olduğunu biliyorum. Kısa kollu ince gömleğimi giydim ve çantamı alıp işe gitmek için evden çıktım. Otobüs durağına doğru yürürken sokağın köşesinde duran simitçiden her zamanki gibi simit aldım. Durağa yaklaştığımda her sabah karşılaştığım insanları yine durakta aynı sırada beklerken gördüm. Sabahın erken saati olmasına karşın terlediği buradan bile belli olan çiçekli elbiseli geniş şapkalı yaşlı kadın en öndeydi. Yelpazesini ileri geri sallayarak otobüsün gecikmesinden şikayet ediyordu. İki lise öğrencisi birbirine telefondan bir şeyler gösterip arkalarında duran, saçlarının ortası iyice açılmış orta yaşlı adamın ters ters bakmasına aldırış etmeden gülüyordu. Her sabah gördüğüm kumral dalgalı saçları olan, adını o güne kadar bilmediğim o güzel kadın da en arkadaydı. Durağa yüz metre kadar kalmıştı ki yolun yukarısından korna sesleri ve bağrışmalar geldi. Beklediğimiz otobüs görünmüştü ama bir terslik var gibiydi. Otobüs olması gerekenden daha hızlı geliyordu. Şoförü görebiliyordum, kendinde değil gibi sağa sola sallanıyordu. Direksiyon sağa kıvrıldı ve otobüs durağa doğru hızlanarak geldi, geldi, geldi. Tam o anda gözlerimi kırpmak için kapattım ve her şey yavaşladı. Kulaklarım çınlıyor, vücudumdan düşük akımlı elektrik geçiyor gibi bir titreşim hissediyordum. Sanki son gördüğüm görüntü kafamın içine kazınmış gibi kalakaldı. Herşey filmlerdeki gibi, hatta ondan da yavaş şekilde hareket ediyordu. Etrafımda zaman yavaşlamış ama bense her şeyi tüm bilincimle ve farkındalığımla izliyordum. Karşı kaldırımda otobüse bakarken ayağı takılıp düşmek üzere olan kadının ayakkabısının topuğunun kırıldığını görebiliyordum. Elindeki telefon ağır çekimde dönmeye ve düşmeye devam ediyordu. Sonra otobüse doğru döndüm. Terleyen yaşlı kadının tombul sarkmış kolları yukarı doğru kalkıyordu. Sanki üzerine gelen otobüse karşı kendini koruyabilecekmiş gibi yüzünü kapatmaya çalışıyordu. Otobüs durağın biraz ilerisindeki park etmiş arabaya yandan çarparak durağa biraz daha yaklaşmıştı. Durağın üzerinde tünemiş birkaç kuş havalanmak için kanatlarını açtı. Yukarı kalkan kanatlarındaki tüyleri sabah güneşini yansıtarak parlıyordu. Otobüsün arabaya çarptığı yerden çıkan turuncu kıvılcımlar sanki havai fişek gibi saçılıyordu. Arkadaki orta yaşlı adam liseli gençlerin omuzlarını tutup geriye çekerek kaçmaya çalışıyordu. Çocukların yüzlerinde biraz önceki gülüşmelerden ne olduğunu anlamadıkları duruma doğru bir geçiş vardı, onu da tüm detayları ile görebiliyordum. Ve o güzel saçlı kadın… Otobüs ilk önce ona çarptı. Yüzündeki dehşet ifadesi kafasının otobüsün camına çarpmasıyla büzüştü ve değişti. Otobüsün tamponunun çarpmasıyla bacağının kırılması, kaval kemiğinin etini yararak bacağından çıkması, sıçrayan kan damlalarının havada süzülmeleri, hemen yanındaki kaçmaya çalışan kel adamın pantolonunun paçasına çarpması. Her şeyi son derece netti. Kadının kafasının otobüs camına çarptığı yerde ufak bir çatlak oluştu. O kanlı çatlağın çizgileri ortadan başlayarak yanlara doğru uzuyordu. Kadının kırılan bacağı otobüsün tamponunun altına doğru kıvrılırken gözleri kapanmış şekilde vücudu eğilmeye başlamıştı. Otobüs onu altına alarak kaçmaya çalışan kel adama arkadan çarptığında kırılan bel kemiğinin sesini bile duymuştum. Korku ve dehşetin çarpıttığı yüzüne şimdi de acı ifadesi yerleşmişti. Liseli çocukların omzundan elini çekmediği için onları da kendisiyle aşağı çekiyordu. Otobüs iki kişiyi yutmuş ama doymamış aç bir canavar gibi sıradaki kurbanlarına doğru acele etmeden gelmeye devam ediyordu. Ancak kurbanlarda aynı yavaşlıkta hareket ettiklerinden bu sahneyi kayıtsızca izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Ne olduğunu idrak edememiştim, sadece izliyordum. Tüm bedenimi bir dehşet duygusu kaplamıştı. Ardından da çaresizliğin ağırlığı altında ezildiğimi hissettim. Midem bulanmaya başladı. Sabah bir şeyler yemediğim için aç karnımın bulantısı daha da kötü hissettiriyordu. Gözlerimin önünde bir trajedi yaşanıyor ve hiçbir şey yapamıyordum. Bunun gerçek mi yoksa bir gündüz düşü mü olduğundan bile emin değildim. Gerçek olamayacak kadar inanılmaz ama düş olamayacak kadar da gerçek hissediyordum. Yapabildiğim tek şeyi yaptım yani izlemeye devam ettim. Çocuklardan biri yüzüstü kapaklanmış diğeri de düşmek üzereydi. Otobüsün tamponu kel adamın kafasının üzerinden geçerken yüzünü yere yapıştırdı. Burnu kırılıp ezilirken kaldırımda yuvarlak bir kan gölü oluşturmaya başladı. Yere düşen çocuk sağa, durağın oturaklarının altına doğru yuvarlanmaya çalışıyordu. Diğer çocuk elleri üzerine düşerken otobüsün sağa doğru dönmüş tekeri ayağının üzerinden geçmeye başlamıştı. Çocuğun ağzı sonuna kadar açılmış acıyla çığlık atıyordu. Ben ise kulaklarımdaki çınlama yüzünden tüm sesleri boğuk ve derinden geliyormuş gibi duyuyordum. Kalın bir kapının arkasında konuşanları dinlemeye çalışmak gibiydi. Tekerlek ayağının üzerinden kalçasına doğru yavaşça dönerken çocuğun vücudu da otobüsün altında kaybolmuştu. Yelpazesini yüzüne kapatmış yaşlı kadının karnına çarpan otobüsün şoför camında diğerinden daha büyük bir çatlak oluşmuştu. Havaya savrulan kollarından sarkan derisi bir deniz yüzeyi gibi dalgalanıyordu. Yaşlı kadında  gözden kaybolduktan sonra otobüsün önü havalanıp durağın yan tarafını parçaladı. Kuşların kalkan kanatları aşağı inerken ayakları duraktan ayrılmış birkaç santimetre yükselmişlerdi. Kırılan cam parçaları güneş ışığını kırarak ve yansıtarak havada uçuşmaya başladılar. Otobüs, durağın arkasındaki duvara çarptıktan sonra nihayet durabilmişti. Sonra kulaklarımda ki çınlama arttı, vücudumdan geçen elektrik akımı önce şiddetlendi sonra yavaşça azalmaya başladı. Ve gözümü açtım. Aslında zaten açıkmış gibi hissediyordum ama sanki başka bir boyutta açıkmışta kendi boyutumda yeniden açılıyormuş gibi garip bir histi bu. Kendi boyutumda gözümü açtığımda otobüs sağa doğru kıvrıldı, park etmiş arabaya çarptı, durakta bekleyen herkesi altına alıp durağın yan tarafını parçalayarak duvara çarpıp durdu. Tüm olay belki on saniyeden kısa sürmüştü. Trafikteki diğer arabalar durmuş, kaldırımdaki diğer insanlar da bağırarak yardım istiyordu. Ben ise yaşadığım şoktan kurtulamamış şekilde olduğum yerden kıpırdayamıyordum. Midem spazmlarla kasılırken şiddetli bir baş ağrısı da başladı. Gözümden bir damla yaş süzülüp yanağımdan kaydı. Bu sahneye daha fazla bakabileceğimi sanmıyordum ve kayıtsızca arkamı dönüp baş ağrısına aldırış etmeden eve koştum. Biraz önce ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Odama girip yatağımın üzerine oturdum. Gerçek gibi görünen bir kabustan yeni mi uyanmıştım acaba? Kalkıp boy aynasına baktım ve bir elimde çantam diğerinde sadece bir ısırık aldığım simitim duruyordu. Yani rüyadan filan uyanmamıştım. Başımın ağrısı biraz geçene kadar yatakta oturdum. Sokaktan siren sesleri geliyordu. Tekrar evden çıkıp kazanın olduğu yere yürüdüm. Polis, ambulans ve itfaiye yeni gelmişti. Çevredekiler kendi imkanları ile yaşlı kadını çekip çıkarmışlardı. Zavallı çocuk  hala tekerin altında duruyordu. Diğer çocuk ise oturakların altına yuvarlanmayı başarmıştı. Sonra otobüsün orta kısmından yola uzanmış  bir bacak gördüm. Kaval kemiği kırılıp etten dışarı çıkmış bir bacak. Artık başıma gelen şeyin bir rüya olmadığından emindim. Ama neydi bu? Bir tür transa mı girmiştim bilmiyordum. Cesetler kaldırılıp otobüs çekilinceye kadar orada durdum. Yaşlı adamın pantolon paçasındaki kan damlaları, otobüsün ön camındaki iki çatlak. Hepside zamanın yavaşladığı o anda gördüklerimle aynıydı. Eve döndüğümde hava kararmıştı. Yemek yiyecek halde değildim. Bende uzun bir duş aldıktan sonra üzerimde sadece iç çamaşırım olduğu halde hemen uykuya daldım. Rüyamda o sahneyi tekrar tekrar gördüm. Tek fark bu sefer var gücümle bağırıyordum. Onları uyarmaya çalışıyordum ama beni görmüyor ve duymuyorlardı. Ter içinde uyandığımı hatırlıyorum. Uyandığımda kalbim göğsümde kapana kısılmış küçük bir kuş gibi çırpınıyordu. 

 

İlk seferinde böyle olmuştu. Ondan sonra olanlarda bundan farklı değildi. Yine o elektrik akımı gibi his, kulaklarımda çınlama ve gözümü açtıktan hemen sonra olacak olan trajedinin ağır çekimde ön gösterimi. Bazen bir ay hiç olmazken bazen haftada iki kez olurdu. Olaylar arasında bir bağlantı veya bir örüntü görememiştim. Varsa bile ben bulamadım. İş arkadaşımın merdivenlerden yuvarlanmasını, sayısız trafik kazasını, bir inşaat sahasının yanından geçerken istinat duvarının yıkılmasını ve yukarısında bulunan binanın da kayarak devrilmesini, benzin almak için girmek üzere olduğum bir benzin istasyonunda ki patlamayı ve daha nicelerini. Bunların çoğunu eminim haberlerde görmüşsünüzdür ama ben iki kez gördüm. Bunun neden bana olduğunu bilmiyorum, nasıl durdururum onu da bilmiyorum. Kimseye anlatmaya cesaret edemiyorum çünkü ilk yapacakları iş beni bir akıl hastanesine yatırmak olacaktır. İnternette böyle bir olay yaşayan başka birileri var mıdır diye de araştırdım ancak bir şey bulamadım. Zaman hakkında birçok fizikçinin yazılarını okudum. Bir şekilde bir bağlantı aradım ama nafile. Bu bir güç mü yoksa lanet mi karar veremiyordum. Bir güç olsa bile bunu kullanabilecek zamanım yoktu. Ne komik değil mi? Saniyenin üçte birine dakikalar sığdırıyorum ama o trans halinden çıkınca müdahale etmek için sadece dört veya beş saniyem kalıyordu. Trans halindeyken hareket edemiyorum veya süreyi uzatamıyorum. Bir akşam arkadaşlarla toplanıp yemek yiyorduk. Sohbet sırasında birinin "Ormana gitsem şöyle gözlerimi kapatsam hiç açmasam. Sadece sesleri dinlesem" dediğini duyduktan sonra o güne kadar gelmeyen bir şey geldi aklıma. Zamanın yavaşlamasına sebep olan göz kırpmam sonrasında gözlerimi açmazsam ne olurdu acaba? Normalde farkında olmadan yaptığımız göz kırpma hareketine müdahale edemiyoruz ama ya yapabilirsem? Bir daha bu olduğunda gözlerimi açmayacağım dedim kendime. Ya da en azından bunu deneyecektim. Bunun nasıl sonuçlar doğurabileceğini kestirmem imkansızdı. Tüm gece aklımı meşgul etti bu düşünce. Belki gözlerimi açmazsam süreyi uzatabilirim veya bir şekilde müdahale edebilirim diye düşünmüştüm. Bunu becerebilecek miyim bilmiyordum. Okuduğum birçok yazı ve makale uçuşuyordu beynimde. Belki o küçük zaman aralığında sıkışıp kalırdım veya bir paradoksa sebep olabilirdim. Zamanda bir yırtık veya bir çatlak. Belki geriye dönmenin bir yolu. Veya zaman çizgisinden silinip giderdim. Hepsi son derece çılgınca fikirlerdi ama bu yaşadığım olay zaten başlı başına ayrı bir çılgınlık değil miydi? Açıkçası çok korkuyordum ama kendimi denemek zorunda hissediyordum. İçimde bir şeylerin değişeceğine dair umut dolu bir his vardı.

 

Bu fikri denemek istememden sonra üç hafta boyunca hiç zaman yavaşlaması yaşamadım. Ama dört yıl önce o gün işler değişti. O günden sonra hayatım artık eskisi gibi olmayacaktı. Öğle yemeği için dışarı çıkmıştık. Dönüşte birisi “Hadi karşı parktan gidelim. Hem vakit geçer hem de yürüyüş olur” diyerek yolun karşısındaki parkı işaret etti. Sol elini parka doğru kaldırmış işaret ediyordu. Bileğindeki saatin camından yansıyan ışık bir anlığına gözümü almıştı. Saatin kadranı 12:48'i gösteriyordu. Karşıya geçmek için yaya geçidine doğru yürümeye başladık. Her zamanki öğlen kalabalığı vardı. Yaya geçidine gelince durduk ve ışığın yeşile dönmesini bekliyorduk. Sağa sola bakınırken arkamdaki mağazanın çatısında çalışan ustaların birbirine bağırışını duyup yukarı baktım. Binanın aşağısındaki vitrinin önünde bir kadın bekliyordu. Kucağındaki çocuk mızmızlanıyor yere inmek istiyordu. Kadın ise telefonundan alelacele bir şeylere bakıyor bir yandanda kolundan sarkmaya çalışan bebeğin ağlamasına aldırmadan onu yukarı çekmeye çalışıyordu. Sonra gözlerimi kapadım ve zaman benim için yavaşladı. Beş katlı binanın çatısından irice bir beton parçası büyük bir gürültü ile koparak arkasında birkaç kiremitle birlikte düşmeye başladı. Doğruca aşağıdaki kadının üzerine geliyordu. Çatıdaki usta bağırmak için ellerini megafon gibi yapıp ağzına götürüyordu. Kadın kafasına ve telefonun ekranına dökülen ufak beton parçaları ve tozla irkildi. Ne olduğunu anlamak için  kafasını yukarı kaldırmaya başladı. Beton parçası iki katı inmişti bile. Peşinden de kiremitler ağır ağır dönerek onu takip ediyordu. Kadın ne olduğunu idrak edip bağırmak ve içgüdüsel olarak bebeğine sarılmak için hamle yapmaya başladı ama geç kalmıştı artık. Bebeğine sarılıp yere çömelmeye vakit bulamadan beton üzerlerine düştü. Kırılan kafatasının tok sesini duydum. Yere düşerken kadının bir gözü yuvasından çıkıyordu. Kadının çarpılmış vücudu ve kucağındaki bebek betonla birlikte kaldırıma yapışmıştı. Sürenin sonuna geldiğimi gösteren işaret gelmeye başladı. Kulaklarımdaki çınlama arttı, vücudumdan geçen elektrik akımı titremesi şiddetlendi ve göz kapaklarım açılmak istedi. O an tüm gücümle karşı koydum ve gözlerimi açmamak için direndim. Tahminimden daha zor bir işe kalkıştığımı anlamıştım. Beynim zonkluyor tüm vücuduma şiddetli bir ağrı saplanıyordu. Zaman akmak istiyor ama ben bu cılız bedenimle ona karşı koymaya çalışıyordum. Kulağımdaki çınlama daha da şiddetlenmişti. Sanki beynimi dev bir matkapla oyuyorlardı. Aslında beynimi oyan kendisine kafa tutabileceğimi sandığım zamandı. "Zaman inatçıdır değişmek istemez" demişti sevdiğim bir yazar. Ne demek istediğini çok iyi anlamıştım o an. Ancak bu konumdayken vazgeçemezdim. Daha şimdiden normalde çoktan açılması gereken göz kapaklarımı normal zamanla bir saniye kadar tutabilmiştim. Enerjimin tükendiğini hissediyordum. Ama tüm gücümle direndim. Yerde duran beton parçalarının altındaki et ve kan yığınına baktım. Gözü çıkmış ve kafatası ezilmiş kadınla betonun altından minik elini seçebildiğim o bebeğe baktım. Kararlı bir şekilde kendimi zorlamaya devam ettim. Beynimdeki damarlar şişmiş alnımdan patlayıp çıkacak gibi hissediyordum. Başımdaki ağrıdan olduğunu sandığım bir ışık parlaması etrafımı kaplamaya başladı. Zaman artık yavaş akmıyor tamamen durmuş gibiydi. O beyaz parıltı büyüdü ve genişledi. Sağımdan ve solumdan büyüyerek ortaya doğru geliyor ve görüş alanımı kapatıyordu. Kaza alanına bakıyordum ve beyaz ışık her tarafı kapladıktan sonra en son baktığım yeri de kapattı. Artık hiçbir şey göremiyordum. Bembeyaz bir boşlukta asılı kalmış gibiydim. Işık öyle kuvvetliydi ki gözlerimi alıyor başımı daha da ağrıtıyordu. Saf ışığın sanki hacmi var gibi beni sardığını hissettim. Sonra birden çınlamalar kesildi. Etrafımı kaplayan parlaklık yavaş yavaş açılmaya başladı. Karanlık bir tünelden öğlen güneşine çıkınca gözlerinizin kamaşmasının yavaşça geçmesi gibiydi. Işık gittikçe azaldı ve tekrar görmeye başladım. Arkadaşlarımla kaldırımda yürüyordum. Dejavu hissine kapılmıştım. Sonra arkadaşımın “Hadi karşı parktan gidelim. Hem vakit geçer hem de yürüyüş olur” demesi ve ardından saatinden yansıyan güneş ışığı ile gözümün kamaşması baştan aşağı ürpermeme sebep oldu. Saatinin kadranı 12:48'i gösteriyordu. Telaş ve şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Bu inanılmaz bir şeydi çünkü olaydan birkaç dakika öncesini tekrar yaşıyordum. Arkadaşlarım neden durduğumu sordular ama onlara cevap vermedim. Yaya geçidine doğru koşmaya başladım. Kalabalığın içinden vitrinin önünde bebeği ile bekleyen kadını aradım. İşte oradaydı! Telefonuna bakmaya çalışırken bebeğinide tutmaya çalışıyordu. Çatıya baktım ve ustaları çalışırken gördüm. Sonra bir çatırtı koptu ve beton parçası olduğu yerden koparken tüm gücümle kadına bağırdım ve ona doğru koştum. Herkes şaşkınlık içinde bize bakarken kadının üzerine atladım ve son anda onları olduğu yerden çekip kaldırıma düşürmeyi başardım. Bir saniye sonra beton parçası biraz önce kadının durduğu yere büyük bir gürültü ile düşüp parçalandı. Arkasından düşen kiremitler de parçalanıp üzerimize saçıldılar. İlk şaşkınlık şokunu atlatan çevremizdeki birkaç kişi hemen yanınıza gelip ayağa kalkmamıza yardım ettiler. Bebek ağlıyordu, kadının ise ne olup bittiğini anlaması biraz zaman almıştı. Önce bana sonra beton parçalarına sonra tekrar bana baktı. Bebeğine sarılıp ağlamaya başladı. Sinir krizi geçiriyordu. Onu kenara oturtup hemen ambulans çağırdılar. Çevre esnafta su ve kolonya getirdi. Biraz sonra birisi benim yanıma gelip durumumu sordu. İyiydim. Hatta kendimi hiç bu kadar iyi ve mutlu hissetmemiştim. Bir anne ve bebeğinin hayatını kurtarmıştım. Yüzümde aptal bir gülümseme ile öylece onları izledim.  Ambulans gelip kadınla ilgilenmeye başladı. Yere düşerken kolunu incitmişti. Bebek ise sadece korkmuştu. Kadın sakinleştikten sonra yanıma gelip teşekkür etti. Gözleri minnettarlık duygusuyla dolu dolu olmuş ışıldıyordu. O bakışları hiç unutamadım. Sonra ambulansa binip gittiler. Arkadaşlarım nasıl yaptığımı sorduklarında bilmiyorum birden gördüm ve koştum diyerek geçiştirdim. Hemen öncesinde kadın ve bebeğin beton parçası altında ezildiklerini gördüğümü anlatamazdım. Hem anlatsamda inanmazlardı. Televizyon kanalları haberi almış ve muhabirleri yollamıştı bile. Bir hayat kurtarmanın mutluluğu ile dolup taşıyordum ve habercilerle uğraşmak istemediğimden kimseye farkedilmeden oradan uzaklaştım. O gece uzun zamandır ilk kez kabussuz ve deliksiz bir uyku uyudum. Bir bebek kadar huzurluydum. Son dört yıldır geceleri arada sırada başlayan şiddetli baş ağrılarım olmadığı zamanlarda hep böyle uyudum. 

 

Dün rutin doktor kontrollerim sırasında baş ağrılarımdan bahsettiğimde doktorum beyin filmi çekilmesini istedi. Sonuçlar çıkınca bana beynimde bir tümör olduğunu söyledi. Daha önce görmedikleri türden bir tümörmüş. Boyutuna bakarak dört yıl kadar önce oluşmuş olabileceğini söyledi. O kadar zamandır bir şikayetim olup olmadığını, ağrılar dışında hiçbir şey hissedip hissetmediğimi sorduğunda ona “hayır her şey normaldi” diye cevap vermekten başka bir şey yapmadım. Zaten verecek başka bir cevapta yoktu. Gözlerinden bana inanmadığı belliydi ama itiraz etmedi. Zamanda kısa geri gidişlerimle alakalı olabilir diyemezdim. Buna daha ne kadar devam edebilirim veya tümör buna ne kadar daha izin verecek bilmiyorum. Zamana müdahale etmeli miyim etmemeli miyim bunun da ahlaki savaşını veriyorum hala. Zaman kendisine müdahale etmemi istemediğini açıkça dile getiriyor zaten. Bende açıkça masum insanların ölmesine razı gelemeyeceğimi dile getirmeye devam ediyorum. Bu benim zamanımdan alıp götürse bile buna izin veremem. Zamanın kendisiyle kazanamayacağım bir savaşın içindeyim ama bu güç, yetenek veya lanet (nasıl adlandırırsanız öyle söyleyebilirsiniz) bana boş yere verilmiş olamaz. Son dört yılda bir çok hayat kurtardım ve kurtardığım hayatların verdiği hazzı başka hiçbir şeye değişmem.

M. Harun Akdaş

09.02.2021

Book no.1
bottom of page